Bağış

Turuz masraflarını karşılaya bilmemiz için yeni yılda Turuza destek olmak için [email protected] ile irtibata geçin.

Bağışlarınızı bu E-postaya bildirin: [email protected]

BTC: bc1q0lqs9dhsd6glk4hdslt83fwcrz9uvujk6lrcfl

USD(TRC20):TWrFZBWcvyDfQSA51cvXq52Es8VSHeFwQR

Bank kart bilgileri:

6104 3373 5031 8547

Iran Millet Bank

Üçleme-Samuel Beckett-Uğur Ün-1999-431s

8754
1
2017/8/3
Oy Sayısı 1
Oy Sonucu 5

Üçleme-Samuel Beckett-Uğur Ün-1999-431s

 

20. yüzyılın en büyük yazarlarından Nobel Ödüllü İrlandalı yazar Samuel Beckett’in Watt ve Murhpy’sinin ardından Molloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan adlı romanlarından oluşan ünlü ÜÇLEME’sini okurlarımıza sunuyoruz. Beckett’in en önemli yapıtları olarak görülen her üç romanda da tek bir kişinin çeşitlemeleri denebilecek anti kahramanlar, bedensel yetilerini yitirirken, varoluşlarını yalnızca ussal düzlemde duyumsar ve sözün içinde yaşamaya başlarlar... Molloy, koltuk değnekleriyle kent dışında bir çukurun dibinde fiziksel çöküşünün tamamlanmasını beklerken modern insanın metafizik serüvenini dile getirir: “Çürümek de yaşamaktır...” Yaşlı ve felçli olan Malone, ölüme, “bedeninin karar vermesini” beklerken yaşamdan elinde kalan tek gücü kullanır: Kendi kendine anlattığı gerçekle düş arası öykülerle, ölüme giden devinimi içinde bilinçsel ben’ini, bedensel ben’inin çöküşüne tanık kılar. Molloy’un koltuk değnekleri gibi,  Malone’un da fizik dünyayla ilişkisini ucu kancalı bir sopa sağlar: Her ikisi de uygarlığın yıkıntıları içinde, “çürüme süreçlerine bir çeşni” katmaktan geri kalmaksızın, koltuk değnekleri ve sopalarıyla, kendilerine yaşamdan ölüme, dilden mutlak sessizliğe giden yolu açmaya çalışırlar. Adlandırılamayan’ın bir kafayla, neredeyse bir ağızla özdeşleşen anlatıcısı ise insanlık durumunun tüm bulantı veren yanlarını okura haykırır... Beckett yaşamı parça parça bütünleşen bir karanlık gibi görmeye çağırır okurunu. Esas olanın acı çekmek olduğunu düşünür. Uzlaşmazlık, anlamsızlık gibi kavramların sert havasını yumuşatan aşktan, arzudan, çalışkanlıktan asla söz etmez. Yaşamla bağlarının sonuna gelmiş, anlamlı bir varoluş iddiasını ya da gerekçesini yitirmiş yaşlı, sakat ve kendini ifade etmekten aciz insanlardır anlattıkları. Belki de hiçbir yazar güçsüzlüğün ne demek olduğunu Beckett kadar iyi anlatamamıştır... Tekil okumayla yetinmeyen okurlar için... 

Samuel-Beckett

S3muel-BeckettMagda Romanska, Ruby Cohn’un “A Beckett Canon” isimli kitabına yazdığı kritikte “Beckett hakkında bir kitaba daha ihtiyacımız var mı?” sorusunu sorarken, 2001 yılına kadar yazılmış Beckett hakkındaki 21 kitabı listelemişti. Bu listeyi tarif etmek için ise, Gordon Rogoff’un “Beckett Endüstrisi” adlandırmasını yardıma çağırıyordu. Sahi, neden Samuel Beckett hakkında sürekli kitaplar yazılıyordu?

Beckett’e dair bu ikincil literatürün oluşmasının Beckett’in absürt, karanlık, şakacı ve varoluşçu, en önemlisi; anlaşılmaz evreninin neden olduğuna kuşku yok. Molloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan’dan oluşan üçleme ise bu evrende en büyük gravitasyon alanlarından birini oluşturuyor. Hakkında Cousineau’nun kitabı başta olmak üzere, kendi hacminden kat kat fazla yazı yazılan bu kitabı, bu denli hakkında konuşulabilir ve ayrıcalıklı kılan ne?

Üçleme’de karşımızda torunlarınıza anlatabileceğiniz bir öykü yok. Barda arkadaşınıza anlatabileceğiniz bir öykü de yok. Aslında Üçleme’de yekpare bir öykü de yok. İlk iki kitapta en azından karakterlerden söz edebiliriz, Adlandırılamayan’da arada bir isimlerinin zikredilmesi dışında onlar da yok. Sadece fragmanlar, iç sesler ve yakalanamayan, yakalanamadığı için de sürekli ertelenen bir sessizlik karşımızda duruyor. Karakterlerin isimlerini unutabilirsiniz, kimin ne yaptığını da unutabilirsiniz, Beckett da muhtemelen sizden bunu istiyor. Üçleme hafızanın değil, hafızasızlaşmanın romanı. Bu romanda bir hikayeyi takip etmek isterseniz düş kırıklığına uğramanız muhtemel, bir atmosferi yaşamak istiyorsanız, doğru yere geldiniz.

Roman boyunca muhatap olduğumuz karakterlerin bedenen ve ruhen sakatlandığını görüre26uuml;z. Bed%nsel ve ruhsal sakatlık, birbirini bütünler durumdadır. Hangisinin, hangisinden doğduğu belirsizdir. Fiziksel sakatlıktan ihtiyaçları karşılamak için kullanılan nesneler, -sopalar, defterler, kalemler ve diğerleri- zihinsel sakatlığın birer parçasına dönüşürler. Biz tüm bunları “yazı” sayesinde öğreniriz, çünkü Molloy hafızasızdır, ondan sadece yazması istenmiştir. O da ne yazması gerektiğini pek de bilmeden, sefalet içinde, çürüyerek yazmaya devam eder. Malone ile Molloy arasında ise bir fark bulmak pek de kolay değildir. Belki böyle bir arayışa da gerek yoktur. En sonunda ise, Adlandırılamayan’da bir zamanlar Malone ve Molloy olan kişi, her ne ise adı, tüm çıplaklığı ile karşımızdadır. Ona bir “ses” diyebilir miyiz? Belki. Belki de hiç sese dönüşmeyen düşünceler vardır karşımızda.

Adlandırılamayan, şüphesiz kitabın en ilginç bölümü. Bir ağzı var mı? Peki midesi? Olup olmadığını o da bilmiyor. Kurduğu cümlelerden sonra organların olması ya da olmaması gerektiğine karar veriyor. Wittgenstein bir yerlerde isyan ediyor olmalı. Dilimizin sınırı, başka bir anlamda dünyamızın sınırı. Şeylere varoluşunu kazandıran, cümlede varolmalarından ötesi değil. Dilin dışında bir gerçeklik olmadığını, en Platoncu ve en alaycı, en sefil ve en acıklı surette gösteriyor bize Adlandırılamayan. Uzay-zaman düzlemi onun için pek de bir şey ifade etmiyor, ortada yalnızca dilin düzlemi var.

Adlandırılamayan bize Artaud’un “organsız beden”ini fazlasıyla anımsatıyor. Deleuze & Guattari ikilisinin organsız bedene getirdiği yorumun kimi emarelerini onun üzerinde görmemiz mümkün. Bedeni yokken bile arzularını anlattığını görürüz, sonra da arzulCrına uygunebir şekild bedeninin biçimlenişini. Fakat iktidarın sınırlarından o bile azade değildir. Bir yüklemle yüklemlenmeyi kendisine şart koşar, sonra amansız bir kurtulma arzusuna tutuşur, bir küpün içinde hapsolmuştur ve gideceği yer cehennemdir. Ne bu dünyada, ne de ötekinde, ne de potansiyel diğer dünyalarda bir kurtuluşu yoktur. Üstelik, tüm cehalet ve deliliğiyle, bunu anlatabilecek kadar entelektüeldir. Geometri ve Coğrafya bile bilir!

Sanırım üstteki dört paragraf, neden bir Beckett endüstrisi oluştuğunu ve bu kitabın neden bu endüstri için kıymetli olduğunu anlatmak için yeterli. Beckett bizim için anti-peygamberler yaratıyor. Peygamberler gibi öncesiz sonrasız, belli belirsiz, mistik bir edayla konuşuyorlar. Peygamberlerin aksine hakikati kurmakla değil, parçalamakla mükellefler. Dili kıran, gerçekliği parçalayan zıpır ve umutsuz sözleri yeni bir hermeneutik alanı açıyor. Endüstri tam da bu ne idüğü belirsiz alanın üzerine inşa ediliyor. Beckett’ın romanı (şükür ki artık demode olan) postmodernlik tartışması bağlamında değerlendirilebilir mi? Mümkün. Fakat ben mutlaka bir postmodernlik ona yakıştırılacaksa, bunun roman bağlamında değil, teoloji bağlamında söylenmesi gerektiğine inanıyorum. Modernitenin teolojisi psikanalizse; postmodernitenin teolojisi Beckett romanı, Nietzsche’den el alan dekadans ve hakikati parçalayan diğer umutsuz unsurlar olmalı. Üçleme ise bir anti-kutsal kitap sayılmalı.

Yazarlar:
Tercümanlar:
Yayın Yılı:
1999 (Miladi)
Sayfalar:
431
Dosya Türü:
PDF Document
İçerik Dili:
Türkçe
:)

 Sayın oxucular!
Turuz sitesi bir kültürəl ocaq olaraq dilçiliklə bağlı qonulardan danışır. Bu sitə dilçiliklə bağlı dəyərli bilgilər verməkdədir.Dilimizin tarixi və etmolojisi sahəsində çalışan bu sitə, sözlərin kökü və etimolojisi haqqında, başqa sitələrdən dəyişik olaraq, eyləmlə(fe'l) bağlı anlamların açıqlayır.
Sitəmizdə dilçiliklə bağlı bir çox kitab,sözlük, yazılar əldə edib oxuyabilərsiniz. Umuruq ki bu sitə, siz dəyərli, sayın oxucular yardımıyla, dilçilik qollarının gəlişməsi, yüksəlişi yolunda bir addım götürəbilsin.
Bey Hadi ([email protected])
Təbriz