Ali Bulunmaz, "Baba, oğul ve arkadaş", Cumhuriyet Kitap Eki, 5 Haziran 2014
John Berger’ın zarif ve bilgelik yüklü dünyasına giren ya da girebilenler kendini şanslı saymalı. Anlamsız ve genelde yersiz cümlelerin hüküm sürdüğü bir zamanda Berger’ın dinginliğe çağıran, dolu ve yalın ifadeleri bize hep çok şey söyledi, söylemeye devam ediyor. Hemen herkesin “kahraman” olmak için yırtındığı bu tuhaf evrende o, bize gerçek kahramanları sakince anlatmayı denedi, hiç hayal kırıklığına da uğratmadı. Çok düşünüp az ve öz yazan Berger, en beklenmedik anlarda birden belirdi. Yaptığı aslında çok naifti: Her şeyin gerçek olduğu bir dünyadan, bugünün hızla tüketmeye ve bozmaya programlanmış hayatına seslendi. Onu işitebilenler ise bu yumuşak sesten keyif aldı, hâlâ da alıyor.
Berger’ın gerçek kahramanlarından biri kaybettiği eşi. Beverly, John Berger’ın yaşamında pek çok insandan çok daha fazla iz bırakmış, onu sözcüklerle anlatılması zor biçimde etkilemiş. Ama John Berger belki de hayatının en güç fakat en anlamlı metnini oluşturmak için yine kalemi kâğıdı eline almış, oğlu Yves’le beraber eş, anne, hayat arkadaşı, sevgili, akıl hocası ve dünyaya yan yana baktığı kadına özlemini sayfalara dökmeye koyulmuş.
Beethoven’in Bir Rondo’su
Uçuşan Etekler, baba-oğul Berger’ın eş ve anneye, hepsinden önce bir arkadaşa yazdığı bir ağıt. Ancak ağıttan daha fazlası. Çünkü bu kısacık ama alabildiğine yüklü kitap, Beverly Berger’ın, John ve Yves’deki yansıması. Hepsinden öte Beverly’nin inceliklerinden ve insanlığından bir tutam, cümleleştirilebilmiş biçimi. (Kitaba baktığınızda anlatılanların yanında bir dolu şeyin Bergerlar’ın içinde yaşadığını da seziyorsunuz.)
Biri karşısındakine “her şeyim” dediğinde onu aşırı romantik ya da komik bulabiliyoruz. Haksız da değiliz. Ne de olsa bugün o bağlılığı tüketmiş durumdayız. Günümüz bağımlılıkların, harcamanın, hızla geçip gitmenin zamanı. John ve Yves Berger, bunun henüz hayatımıza egemen olmadığı günlerden; Beverly’nin nasıl her şey haline gelebildiğinden gerçeklikten bir an bile ayrılmadan bahsediyor.
Yves ve John’un cümleleri bazen iç içe geçiyormuş gibi. Ancak iki ayrı adamın elinden çıktığı da belli. Ortak nokta elbette büyük bir özlem ve arayış. Öyle ki Yves’in açılan ilk sergisinde annesinin bulunamayışı içini acıtıyor ve o acı, resimlerinin bulunduğu yerle kendininki arasında bir bağ kurduğunu düşündürüyor.
John içinse bir müzik; Beethoven’in bir Rondo’su Beverly haline geliyor. Yokluğun yerini kısa bir süre de olsa parçanın notaları alıyor, John’un deyişiyle Beverly’nin “uçuculuğu, sevecenliği, direngenliği ve kalkık kaşı müzik olarak geri dönüyor”: Kırk yıllık beraberliğin ve ortak zevklerin paylaşıldığı bir hayatın yine bilgece tarifi.
İki adam da Beverly Berger’ı hem aynı yerden hem de farklı noktalardan bakarak tanıtıyor bize. Temas etmekten hoşlanan, ütopyalarla çiçekler arasında bağlantı kuran ve hayat arkadaşınca “alternatif gelecekler vaat eden patikaları yeğleyen bir kâşif” olarak görülen bir kadın: “Bir kâşifin iz süren ayaklarına ve parmak uçlarına sahipsin. Boş konuşmazsın hiç; kimi zaman anlık bir tebessüm anlatır her şeyi. Şimdiki zamanın içinden geçen patikalarında yol alırken ardına düşülen, meçhul bir geleceğe yararlı olabileceğini varsaydığın şeyler getirirsin geçmişten. Bu seçilmiş mirası, omuzlarında hafif bir sırtçantası gibi taşırsın. Hiçbir ağırlığı yok gibidir. Gelecek ise karşılıklı bakışlarda gizlidir.” Büyük hayranlığın dile gelişinden sadece bir kuple.
Yazdıklarından anlıyoruz ki John Berger, hayat arkadaşını aynı zamanda ve aslında genellikle görüşlerine fazlasıyla güvendiği, her ne tepki verirse versin bunun daha iyisi için gerçekleştirdiğinin farkında olduğuna işaret ediyor. Bu bir tür kenetleniş; çok değerli bir kenetleniş. Bahsettiği kenetlenişi anlamlı kılan bir başka şey daha var, cesaret: “Cesaretinin güzelliği sonuna kadar yalnız bırakmadı seni ve zamana inat şimdi bizimle. Sessizliği dolduruyor.”
Yves ve John Berger, belki de hayatlarındaki en önemli kadının ardından onu olabildiğince doğru ve sade anlatan cümleleri kurmaya uğraşırken her kelime, ortada kalan boşluğa dokunuyor. İkisi de Beverly’nin nerede olduğunu bilmiyor, sadece bedeninin yattığı yeri ziyaret ediyor. Bir de anlattıkları her hatırayla onun daha önce bulunduğu odaları, bankları, gezindiği sokakları, çalışma odasını...
Uzun Bir Mektup
Yves ve John Berger’ın yaptığı şey, bir yaşamın kısa ve büyük bir özlemin dokunaklı anlatımı. Anne ve eş Beverly’i anarlar, eski günleri hasretle yâd ederlerken onun koşarcasına geçtiği ağrılı yolları da bir kez daha adımlıyorlar. Acele etmeden ama sancılı bir yürüyüş o. Bu, her ikisinin de yazdığı tek bir kelimenin bile üzerinde uzun uzun düşündüğünü gösteriyor. Nereden mi belli? Ortaya çıkan, eldeki “küçücük” kitaptan.
Baba ve oğul, geçmişe dönüp dururken bildikleri bir gerçek önlerine dikiliyor: Beverly Berger geçmişle geleceğin olamayacağı, zamanın ötesinde bir yerde. Ama her ikisi de bir biçimde onun varlığını hissediyor. Bu yüzden bir şeyler karalamak kolay olduğu kadar zor. Anlar ölümsüzleşiyor, Yves ve John, Beverly’le zamanın ötesinde bu yolla buluşuyor. Aslında hiçbir yerde olan Beverly, Yves ve John için böylece her an, her yerde oluyor.
Yves için bir parantez açmak gerekirse annesini anarken ona hâlâ çocuk gözüyle bakıyor. Yazdıkları ise olgun bir adamın elinden çıkma: “Sanki gülümsüyor gibisin. Yaptığım işi onayladığına inanmak istiyorum ama sanırım bulunduğun yerde onay ya da herhangi bir yargı söz konusu değil artık. Burada, yeryüzünde bizim işimiz yagı.”
Yves ve John Berger, yeryüzünden bilmedikleri bir yere uzun bir mektup, bir ağıt gönderiyor. Üstelik bu sayede bizi Beverly Berger’la da tanıştırırken unuttuğumuz pek çok şeyi hatırlatıyorlar. En başta, iki insan önce arkadaş olsun sonra her şey (anne, eş...) olabilir gibi yazısız bir gerçeği. Bu yüzden Yves, John ve elbette Beverly Berger’a teşekkür etmeli.