Turuz masraflarını karşılaya bilmemiz için yeni yılda Turuza destek olmak için [email protected] ile irtibata geçin.
Bağışlarınızı bu E-postaya bildirin: [email protected]
Bank kart bilgileri:
6104 3373 5031 8547
Iran Millet Bank
Osmanlilardan Önce Akdeniz Dünyasında Yapılan Tahrirler Haqqında Bazi Gözlemler-Kemal Çiçek-36s
Osmanlilardan Önce Akdeniz Dünyasında Yapılan Tahrirler Haqqında Bazi Gözlemler-Kemal Çiçek-36s
Akdeniz kıyıları yüzyıllar boyunca, dünyanın en işlek ve canlı ticaret yollarının bulunduğu bölge oldu. Bu etkinliğin toplumsal, kültürel ve siyasal düzlemlerdeki olaylarla karşılıklı ilişkisi nasıldı? Akdeniz’in sosyal tarihini liman kentleri üzerinden okuyabilir miyiz? Bir bütün olarak Akdeniz bölgesi, siyasal iktidarlardan ve kültürel kimliklerden görece bağımsız yapısal bir birlik sunuyor mu? Seçkin akademisyenler tarafından kaleme alınan bu kitap, 1350’lerden 1850’lere kadarki uzun dönem boyunca Doğu Akdeniz’in ekonomik ve toplumsal yapısında yaşanan büyük ölçekli değişimleri konu alırken yukarıda sıraladığımız sorulara Osmanlı liman kentleri özelinde cevaplar sunmaya çalışıyor. Yazarların ortak perspektifi, kentleri ekonomik yapıya bağlayan dünya sistemi analizi çerçevesinde düşünmeleri ve sorgulamalarını, “kozmopolitizm kavramını ulus-devlet imgeleminden ve Avrupa hegemonyasından özgürleştirme” hedefi etrafında geliştirmeleridir. Bu ortak çabanın ağırlık noktasını İzmir, Selanik, Beyrut, İskenderun ve İstanbul gibi 19. yüzyıl küreselleşmesinin kapıları ve düğüm noktaları olan liman kentleri ve onların artalanları oluşturmaktadır. Prof. Dr. Biray Kolluoğlu Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde öğretim üyesidir. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı İzmir ve 21. Yüzyıl başı İstanbul üzerine yayınları vardır. Araştırma alanları arasında şehir sosyolojisi, tarihsel sosyoloji, milliyetçilik, mekân ve bellek sosyolojisi yer alır. Doç. Dr. Meltem Toksöz Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’ndeöğretim üyesidir. Doğu Akdeniz pamuk tarımı ve ticareti, Osmanlı liman kenti Mersin ve Çukurova tarihleri üzerine yayınları vardır. Araştırma alanları arasında tarihyazımı, geç Osmanlı düşünce tarihi ile devlet ve toplumun modernleşmesi yer alır. |
--------------------
AKDENİZ TARİHİ
AKDENİZ TARİHİ Akdeniz’in tarihte eşsiz bir yeri vardır. Dünyanın başka hiç bir bölgesinde, Akdeniz kıyılarında ve Akdeniz adalarındaki kadar çok devlet ve medeniyet kurulduğu ve birbirinin yerini aldığı görülmemiştir. • Eskiçağ, Eski yerli halklara, önce Samî sonra Hint-Avrupa grubundan gelen toplulukları karıştıran istilâ dalgaları. Akdeniz’in doğu kıyılarını yerleşilmiş hale getirerek bu bölgede olağanüstü bir canlılık sağladı. Nil ve Mezopotamya kıta imparatorlukları, ticaretlerini genişletmek için, bu denizci kavimlere baş vurdular. Bundan başka Akdeniz’in doğu tarafı, ada ve yarımada halinde parçalı bir yapıya sahip olmanın da faydasını görüyordu; çünkü Ortaçağ sonlarına kadar kıyıdan uzaklaşmağa İmkân vermeyen denizcilik tekniği, ancak adadan adaya atlamağa, yahut boğazları (Ötranto ve Sicilya) geçmeğe yarıyordu. M.ö. III. bin yılda doğmuş iki denizci topluluk, II. bin yılda gelişti: Fenike beldeleri (Ugarit, Byblos, Sidon, Tyr), ve girit adasındaki Minos devleti. II. binyıl ortalarına doğru, Yunanistan yarımadasındaki Mikenai halkı Minos devletini destekledi. Mahallî ürünlere (Lübnan’ın sedirağacı, Mısır’ın papirüs’ü, Kıbrıs ve Rodos’un bakırı, Ege adalarının mermeri, altın ve gümüş) ve uzaklardan getirdikleri mallara (Kafkasya veya Tarsis’in madenleri, ayrıca hemen her yerden alınan esirler), çok geçmeden imal ettikleri eşyayı da (bronz, silâhlar ve seramik) kattılar. Dor istilâsı Egelileri askerî ve ziraî bir rejime doğru ittiği sırada, Fenike, Güneybatı Akdeniz’de iyice yayılıyordu (M.ö. 814′te Tyr’liler tarafından Kartaca’nın temelinin atılması). Bk. fenîke. Doğudaki karışıklıkların başka bir sonucuda Etrüsk’lerin italya’nın kuzeybatısına yerleşmeleri oldu. Böylelikle Batı Akdeniz’in boş bölgeleri yavaş yavaş doluyordu. M.ö. VIII.-VI. yy. arasında Korint ve İyonya’da sömürgeler kurulması ve Homeros şiirlerinin tesiriyle kendini belirten ilk helenizm hareketleri günden güne gelişti (sözü geçen şiirler, özellikle Odysseia, denizciliğe yeniden dönen Yunanlıların denizle İlgilerini anlatır). Böylelikle güney İtalya yavaş yavaş büyük Yunanistan oluyor ve Yunanlılar Sicilya’da, Provence’ta (Marsilya), ispanya’da, Sirenai-ka’da ve Karadeniz kıyılarında beldeler kuruyorlardı. Ticarete büyük önem verdiklerinden, bir yandan şarap, zeytinyağı ve çanak çömleklerini satıyor; Mermnad Lidyası’nın ve Sais Mısırı’nm ürünlerini başka ülkelere taşıyor (bu sonuncu ülkede VII. yy. da Naukratis şehri gelişmeğe başlamıştı); öte yandan Sicilya’dan, Mısır’dan Trakya ve Iskitya’dan tahıl ithal ediyorlardı. Artık kontrol altında bulundurdukları yollar kendi yaşayışlarına da tesir ediyordu. Propontis (Marmara) boğazları, zamanımıza kadar süre gelen stratejik önemini daha o sırada kazanmıştı. Çok geçmeden Akdeniz, bu kadar çok rakibe dar gelmeğe başladı, iran, Asya Yunanlılarını ve Fenikelileri hâkimiyeti altına almakla beraber bu, onlar için de faydalı oldu. Kartacalılar ve Etrüskler Foçalıları Alalia açıklarında ezerken (540-535 arası) Darius I’in Fenikelilere iyi davranması İyonya ayaklanmasına yol açtı (499). Bununla beraber, Med savaşları, Yunanlıların lehine döndü. Batı Yunanlılar Pön’lüleri Himera’da (480), Etrüsk’leri Cumes önünde durdurdular (474). Helenlerİn bu zaferinden faydalanan Atina, Perikles devrinde bir deniz imparatorluğu kurdu: Delos birliği (Bk. atin a konfederasyonu). Bu imparatorluk, Akdeniz medeniyetinin doruklarından birini meydana getirdiyse de, Atinalıların Sicilya’daki başarısızlığı (413) ve Lakedemonyalıların Aigos-Potamos’takİ deniz zaferinden (405) sonra İsparta tarafından sona erdirildi. İskender’in fetihleri (334-323), helen ve diğer ırklardan unsurların karmaşık olduğu Doğu Akdeniz’i bir helen dünyası haline getirdi. İskender’in Ölümünden ve Demetrios Poliorketes’in Ege’den Fenike’ye uzanan geçici deniz imparatorluğunun kurulmasından sonra, dört devlet (Antigon Makedonyası, Attalidlerin Bergaması, Selefkos Surîyesi, Lagid Mısırı) iki yüzyıl boyunca deniz hegemonyası için çarpıştılarsa da, limanların (Delos, özellikle İskenderiye) faaliyetini kesintiye uğratamadılar. Doğuda kendi meseleleriyle uğraşan bu devletler, Kartaca’nın gelişmesinden ve Roma’nın denizci devlet durumuna geçmesinden habersizdiler. Bununla beraber Roma, daha 260′ta, Kartaca donanmasına Myles’te üstün geldi (Karga denilen savaş kancaları Dilius tarafından icat edilmişti). Kartaca ortadan kaldırıldıktan sonra (201 ve özellikle 146′da), Roma, Akdeniz havzasını 150 yıl içinde fethetti. Bundan sonra Akdeniz, İmparatorluğun ortasında bir göl (marenostrum) oldu, Pompeius burayı korsanlardan temizledi (67) ve dünyanın önemli bir kısmının kaderi Akdeniz kıyılarına bağlanmış oldu (Actium, M.Ö. 31). Artık yüzyıllar boyunca «Roma barışı» nı yaşayacak olan Akdeniz, İmparatorluğun değişik bölgelerini siyasî, idarî ve iktisadî bakımdan bağlayan yolların birbiriyle kesiştiği bir kavşak yeri halini aldı. Suriye limanları Doğu’dan gelen ürünleri dağıtıyor, zahire gemileri (Sicilya, Afrika ve Mısır’dan) Ostia’-ya düzenli bir şekilde buğday ve yağ getiriyor, Roma halkının hayatî ihtiyaçlarını sağlıyordu. Altının ihracatçı Doğu’ya kayması yüzünden malî bakımdan açık veren Batı, manevî alanda zenginleşiyordu, çünkü Suriyeli gemici ve tacirler Batı’ya ürünleriyle beraber doğu dinlerini ve Hıristiyanlığı da götürmekteydiler. Fakat III. yy. da başlayan istilâlar, Doğu ve Batı arasında bir uçurum meydana getirdi. • Ortaçağ. Batı Akdeniz’e hâkim olan ve 455′te kuvvetleri Roma’yı yağma eden Geiserich’in Vand’ları bir yana bırakılacak olursa, IV. ve V. yy. da, parçalanmış bir Avrupa’ya hâkim olan Germenler denize sırt çevirmiş bulunuyorlardı. Justinianus, geçici bir Akdeniz imparatorluğu kurdu (Afrika’nın, İtalya’nın ve İspanya güneyinin tekrar ele geçirilmesi). Gerçekte, Doğu ile Batı arasında kesin bir ayrılık meydana gelmemekle beraber, Akdeniz ticaretinin Batı’ya ait altınları tüketmesi nispetinde alış veriş zayıflıyordu. Akdeniz havzasının bir yarısının müslüman Araplar tarafından fethedilmesi de (VII-VIII yy.), Doğu ile Batı arasındaki kesintiyi arttırdı. Arapların Bizans surları önünde (677, 717-718), sonra da Poitiers’de başarısızlığa uğramaları (732) Avrupa’yı kurtardıysa da, Akdeniz kıyılarının müslüman kesimi ile rum ve latinlerin didiştiği hıristiyan kesimi; yüzyıllar boyunca bir türlü kaynaşamadı. Aslında, Bizans imparatorluğu, ancak Adriya denizi bitimindeki kıyı göllerinde, İleride Venedik’in kurulacağı adalarla bir bağlantı sağlayabilecek durumdaydı. Karolinger imparatorluğu ise, imparatoriçe Zoe ve halife Harun ür-Reşid ile temasta bulunmasına rağmen bir kara devleti olarak kalıyordu; daha sonra, Avrupa’da kurulmakta olan derebeylikler de Akdeniz’i tanımamakta devam edecekti. Akdeniz medeniyeti gerçekte VIII. ve IX. yy. larda müslüman kıyılarında gelişti. İslâm âleminin siyasî parçalanmasına rağmen Bağdat Abbasîleri, Kayrevan Aglebîleri ve Kurtuba Emevîleri arasında dinî, özellikle kültürel ve iktisadî bağlar çok kuvvetliydi. Müslüman gemileri Akdeniz’de dolaşarak Kuzey Suriye ve Sicilya’dan, Magrıp’tan, ispanya’dan tersaneleri için kereste, özellikle Bal-kanlar’dan silâh, köle v.b. topluyorlar ve Ron vadisini, yahut Roma’yı (846) yağma ediyorlardı. Adalara yerleşen Araplar, Bizanslıların Batı ile olan ticaretini, Bari müslümanları ite Dalmaçya Slavları arasında, Adriya denizinde, tehlikeli bir kabotaj durumuna düşürmekteydiler. Diğer taraftan, daha IX. yy. da (860 Pisa) Akdeniz’de görünen Iskandinavlar, Güney İtalya ve Sicilya’ya yerleştiler (XI. yy.); Müslüman iktidarı sarsılırken, Robert Guiscard orada bir devlet kurdu. İtalya’nın şehirleşme (Amalfi, Pisa, daha sonra Cenova ve Venedik) ve ticaret alanındaki kalkınması bir Sicilya-Normand devletinin gelişmesini kolaylaştırdı, böylece Araplara olduğu kadar Bizanslılara da düşman, Akdeniz karakterli karma bir toplum gelişmeğe başladı. Fakat aynı devirde, batılıların Doğu ile alışverişte Bizans’ın yerini aldığı bir sırada, Selçuklu Türkleri Doğu’ya yerleşiyor, kutsal yerleri ele geçiriyor ve Hıristiyanların buralara ayak basmaları imkânsızlaşıyordu. Batılıların dinî ve iktisadî çıkarlarını tehlikeye düşüren bu tehdit, Frankların iki yüzyıl boyunca (1098-1291) Doğu Akdeniz’e yerleşmelerini sağlayacak olan Haçlı seferlerine yol açtı. Haçlıların arkasından Pisa’lılar, Cenaviz’liler vfe Venedik’liler ticaret merkezlerini ve imtiyazları kapışıyor ve Dördüncü Haçlı seferinden Bizans’ın fethi (1204) için yararlanmağa ve Latinleri bu şehirden kovmağa kadar gidiyorlardı. Artık gemiler, baharatı, muslinleri, doğu sanatının çeşitli eserlerini Batıya ateş pahasına aktarmağa başlamışlardı. Armatörlerin ve tacirlerin sağladıkları büyük kazançlara imrenen kara devletleri de Akdeniz’e el atmakta gecikmediler. Hohenstaufen’ler Sicilya’ya, Fransızlar Languedoc’a yerleştiler (Albigeois’lara karşı yöneltilen Haçlı hareketi). Barcelona’yı ele geçiren Aragon, Majorca (1229-1235) ve Valencia (1238) üzerinde hâkimiyet kurdu. Saint-Louis’in Mısır ve Tunus’taki başarısızlığı ve Filistin’in kaybı (1291), Yunanistan, Rodos ve Kıbrıs’taki latin kaleleri ve ticaret merkezleri tarafından yapılan mübadeleleri önleyemedi. Bu sırada batı limanları ticareti tekellerine almak için çarpışıyorlardı. Cenova, Meloria’da Pisa’lıları saf dışı etti (1284), fakat Venediklilere yenildi (Chioggia savaşı, 1378-1381); Aragon ise 1321′de Sardunya’yı işgal etmeğe başladı. Akdeniz’de, Friedrich II gibi bir imparatorluk kurmayı hayal eden Charles d’Anjou, Sicilya’daki Vesper ayaklanmasından sonra (30 rrfart 1282), Aragon devleti tarafından Sicilya’dan kovuldu; fakat Anjou hanedanı 1442-1443′e kadar Napoli’de tutunabildi. Alfonso V’in bu hanedanı Napoli’den çıkarmasıyle XVI. yy. da İtalya harplerine yol açılmış oldu. Jacques Coeur’den ile Akdeniz ticaretine yönelmiş olan Fransa, Marsilya (1481) ile beraber kral Re-ne’in mirasına sahip oldu. Fakat, XV. yy. da durum değişti. Timur engelini aşan Osmanlılar İstanbul’u (1453), Bizans imparatorluğunu ve latin hâkimiyeti altındaki Yunanistan’ı fethettiler; Rodos’u da kuşattılar ama bu ilk teşebbüste ele geçiremediler (1480). Bu sırada Kuzey denizinde gemiciliğin ilerlemesi, teknik gelişmeler, İspanya ve Portekiz’in Atlas okyanusuna yayılması, Akdeniz’in Avrupa’daki önemini azaltıyordu. • Yeniçağ. Bununla beraber, Akdeniz siyasî ve iktisadî bakımdan değerini hiç kaybetmedi. Türk fetihleri XVII. yy. sonuna kadar sürdü (Rodos 1522, Kıbrıs 1570-1571, Girit 1669) ve ancak Viyana surları önünde durdu (1683). Cezayir, Tunus ve Trablus’ta üslenen Osmanlılara bağlı magrıp denizcileri, başta Barbaros Hayreddin olmak üzere etrafa dehşet salarak Padişaha Akdeniz hâkimiyetini sağladılar. Fakat Sudan’dan gelen altının XV. yy. da Gine körfezine yönelmesi ve baharatın Hint okyanusunda doğrudan doğruya satın alınması sonucu iskenderiye’deki Venedik tekelinin yıkılmasmdaki rolleriyle Portekizliler, Akdeniz ticaretine ağır bir darbe indirdiler. Gerçekte Batı Akdeniz’de denizcilik faaliyeti, Katalonya ticareti ile, Habsburg’ların Fransız-Osmanlı ittifakı ile tehlikeye düşen, imparatorluklar arası (ispanya, italya) stratejik ve iktisadî münasebetleri ile, Kuzey Afrika kıyılarında İspanyol kalelerinin (presidio) kurulması ile (Cepte, Melilla v.b.) Malta şövalyelerinin ve daha başkalarının Doğu Akdeniz’i tekrar ele geçirme teşebbüsleriyle, Lepant [İnebahtı] 1571) canlı kalmıştı. Türkler ile ticaret yeniden başladı, önce İtalyanlar sonra Fransızlar XVI. yy. da doğu limanları ile ticaret yapma iznini kopardılar; hattâ Fransızlar, Kuzey Afrika kıyısına bile yerleştiler (La Calle, Cap Negre) ve Louis XIII devrinde kutsal yerlerin korunma hakkını aldılar. Fakat ne Türkler ile olan bağları, ne de kendi aralarındaki rekabetler, Hıristiyanların magrıplı denizcilerle savaşmalarına engel olamadı (Cezayir’in Kari V tarafından kuşatılması [1541], Louis XIV’ün emriyle Cezayir’in topa tutulması [1679]). Ticaretin önemi, Livorno ve Marsilya (1669) gibi serbest limanların kurulmasına yol açtı ve Venedik, Avrupa’nın başta gelen denizci devletleri arasında yerini muhafazaya devam etti. Bundan başka, İngilizlerin ve daha sonra Hollandalıların Akdeniz’e girmeleri (XVI. yy. sonu), bu denizin, Atlas okyanusu karşısında bir dereceye kadar gerilemekle beraber, yine de önemini koruduğunu gösterir. Hollandalılar Livorno’ya yerleşerek doğu limanlarında kapitülasyonlardan faydalandılar. İmtiyazlı şirketlerin kurulması (İngilizlerin Doğu şirketi) bu ticarete sistemli bir nitelik kazandırdı; Fransa’da Colbert de, Doğu şirketini kurarak İngilizleri taklit etti (1670). Bununla beraber, ortaya geç çıkmış olan bu şirketler başarı gösteremedi. İngiliz ve hollanda donanmaları Akdeniz’e girince, Richelieu ve Colbert’in kurduğu fransız doğu donanması ile karşılaştı, Duquesne, 1676′da, Ruyter’i Lipari adalarında ve Catania’da yendi. İspanya üzerindeki miras harbi İngiltere’nin Akdeniz’e hâkim olmasını sağladı. Cebelitarık (1704) ve Minorca adası (1708) İngilizlerin eline geçti. Akdeniz, XVIII. yy. da da iddia edildiği gibi önemini büsbütün kaybetmemişti. Her ne kadar denizcilik geleneği olan devletlerde (Venedik, İspanya, Osmanlı devleti) bir gerileme başlamışsa da, Cenova’nm ticarî faaliyeti ve frank limanları (Habsburg devletinin kapıları Trieste, Fiume ve Livourne, Marsilya) artmış ve Atlas okyanusuna kıyasla ancak nispî bir gerileme olmuştu. Korsika’yı 1768′de Cenova’dan satın alan Fransa ve İngiltere, doğu pazarlarını ele geçirmek için uğraşırken, gemiden yoksun olan Müslümanlar mallarını Hıristiyanlara (özellikle Fransızlara) taşıtmak zorunda kalıyorlardı. Fransızlar (başta Marsilyahlar), Livorno, Minorca ve özellikle Malta korsanlarını donatmak için ağır masrafları göze alıyor ve bu korsanlar vasıtasıyle Magrıplıları ya Hıristiyanlara başvurmağa, ya da gemilerine zambak çiçekli Fransız bandırası çekmeğe zorıuyorlardı. Ancak, yüzyılın sonuna doğru, Mar-silyalılar, Magrıplılarm küçük bir ticaret filosu meydana getirmelerine razı oldular. Bu sırada, Akdeniz’in stratejik önemi (ingiltere için Hindistan ulaşımı ve Rusya için Boğazlar ve açık denize erişme çabası [Küçük Kaynarca antlaşması 1774]) ve gerçekte «Şark meselesi» ortaya çıkmış bulunuyordu. • Yakınçağ. Fransız devrimi ve İmparatorluk devrinde Akdeniz’in önemi büsbütün belli oldu; Napolyon’un Mısır seferinin hedefi, Hindistan yolunu kontrol altına almaktı. Buna tepki olarak, Ruslar, Boğazların kendilerine açılmasını (1798) sağlıyor ve İyon denizi adalarını işgal ediyorlardı (1799). Fevkalade önemli bir mevkii olan Malta adası, Napolyon tarafından alınmış (1798), fakat çok geçmeden İngilizlerin eline geçmişti (1800). Bu durum, harbin tekrar başlamasına bahane oldu (1803). Kıta hâkimiyeti sistemi, Napolyon’u, İngiltere’nin kendi üslerinden tehdit ettiği kıyıları elinde tutmağa zorlamıştı: Venedik, italya krallığına katılmış (1805), İllirya eyaleti kurulmuş (1809), İyon adaları (1807-1809) ve Papalık toprakları (1809) ilhak edilmişti. Fransa imparatorluğu yıkılınca, Viyana kongresi (1815) Akdeniz’de yeni bir devir açtı. İngiltere’nin Cebelitarık, Malta ve İyon adalarına hâkim oluşu (1809-1815-1864); Avusturya’nın, İtalya’nın yarısıyle Adriya denizini ele geçirişi. Rusya’nın Balkan ortodokslarını koruma bahanesiyle kendi çıkarına planlar düzmesi; nihayet Doğu’daki eski haklarını hatırlatarak Fransa’nın Osmanlı imparatorluğunun çökmesini bekleyişi burada hatırlanabilir. 1815′ten itibaren, Fransa’dan ilham alan milliyetçilik akımları Akdeniz kıyılarına da indi: Sırp ve Yunan ayaklanmaları, Mısır’ın Kavalalı Mehmed Ali tarafından Osmanlılardan koparılması; italya, hattâ İspanya’da milliyetçi fikirlerin uyanması bu akımın sonuçlarıdır. Navarin’de (1827) Osmanlılara galip gelen İngiltere ile Fransa ve Rusya, artık Akdenize hâkim olmuşlardı; bunu Yunanistan’ın bağımsızlığı, Sırbistan’ın muhtariyeti takip etti (1829-1830). Türklerin sahneden çekilmesi, Rusya ile İngiltere’yi karşı karşıya getirdi (Hünkâr İskelesi antlaşması ile Osmanlı imparatorluğunun Rusya tarafından zorlanması [1833], ingiltere’nin boğazları kapattırması [1841]). Bu sırada Fransa Cezayir’i işgal ediyor (1830) ve böylece Akdeniz’de sömürgeler devrini açıyordu. Çar Nikola I İngiltere’ye, «Hasta adam» ın (Osmanlı imparatorluğu) mirasını paylaşma teklifinde bulundu (1853). Bu maksatla giriştiği saldırılar Kırım savaşına (1854-1855) yol açtı, sonunda Karadeniz’in tarafsızlığını tespit eden Paris antlaşması imzalandı (1856). O sırada meydana gelen önemli üç olay, durumu baştan başa değişirdi: düzenli bir ulaşım sağlayan büyük tonajda buharlı gemilerin ortaya çıkması; italya birliğinin kurulmasıyle (1860), Akdeniz’de yeni bir büyük devletin yer alması; nihayet, Süveyş kanalının açılması (1869). Bunlar, Akdeniz’in Avrupa-Uzakdoğu yolu üzerinde tekrar önemli bir rol oynamağa başlamasını sağladı. Ticaret faaliyeti bir kaç yıl içinde hızla arttı; büyük limanların donanımı ve düzeni ihtiyaca uygun hale getirildi. Fakat bu yeni şartlarda sözü geçen yolların kontrolü de ilgili devletler için çok büyük bir önem kazandı. Almanya da rekabet sahnesinde göründü. Her ne kadar Berlin konferansı (1878) Rusların Ayastafanos’taki ihtiraslarına (Büyük Bulgaristan tasarısı) set çekti ve Kıbrıs’ı İngiltere idaresine bıraktıysa da, XX. yy. başlarında Balkanlar’da patlak veren buhranlar Akdeniz statüsünün yeniden söz konusu edilmesine yol açtı. Sömürgecilik alanında rekabet arttı. Fransa’nın Tunus üzerinde himaye kurması (1881) 216 İtalya’nın hoşuna gitmiyordu. İngiltere.Fransa’nın zararına Mısır’a yerleşti (1882). Akdeniz’i bölüşmek üzere İngiltere, italya, Avusturya, İspanya arasında (1887), sonra Fransa İle italya arasında (1900 ve 1902), daha sonra da Fransa ile İngiltere ve Fransa ile İspanya arasında (1904) antlaşmalar yapıldı. Bununla beraber Almanya, Fas’ta iki tehlikeli buhran varattı: Algesiras (1905-1906) ve Agadir (1911). Fransa, birtakım tavizler vermek suretiyle Fas’a yerleşebildi (1911). Bu bölüşmelerde bir şey elde edemeyen italya, uğradığı zararı gidermek için Osmanlı devletinden Trablus ve Bingazi ile Rodos ve Oniki adayı aldı (1912). Birinci Balkan harbi ise. Osmanlıları Avrupa’dan hemen tamamıyle uzaklaştırmış (1912-1913), ancak harbin ikinci safhasında (1913) Doğu Trakya tekrar Türklerin eline geçmişti. Balkan harbi sonucunda Adriya denizinin doğu kenarında bir Arnavutluk devletinin kurulması, Avusturya’nın Sırbistan’ı, kısmen de olsa, fazla genişletmemek ve denize çıkmasını önlemek isteği ile izah edilebilir. Osmanlı imparatorluğu tamamen Asya sınırlarına çekildiği bir sırada, Avrupa’yı altüst edecek Birinci Dünya savaşı patlak verdi (1914).Gerek Avusturya-Macaristan’ın, gerek Osmanlı imparatorluğunun kuvvetli birer donanmaya sahip bulunmayışı, Akdeniz’de ö-nemli savaşlar verilmesini önlemişti. Fakat savaşın sonunda üç büyük devlet, Akdeniz’den çekilmek zorunda kaldı: Osmanlı devleti, Rusya ve Avusturya-Macaristan. Harpten sonra, Yunanistan Ege denizini bir helen gölü haline getirmek istedi ama hayalini gerçekleştiremedi; Mustafa Kemal, Yunanlıları Anadolu’dan sürerek denize döktü (1922). Akdeniz’de, yollara hâkim üsleri olan ancak iki büyük dcvlel kalıyordu: 1920′de, Suriye ve Lübnan’ı «manda» idaresiyle kendine bağlayan Fransa; Filistin, Ürdün ve Irak’ta manda idareleri kuran, böylelikle de Musul petrollerine el koyan ingiltere. Artık sıra Ortadoğu petrolleri macerasına gelmişti. Avrupalıların Afrika’da ve doğu memleketlerinde kalkındırma adı altında giriştikleri hareketler devam ederken ve Süveyş kanalının trafiği 1919-1939 arasında durmadan hızlanırken, Akdeniz memleketlerinde kaydedilen olağanüstü nüfus artışı önemli güçlükler çıkarmağa başladı. Toprağın ve toprak altının fakirliği, nüfuslanma opti-mumu’nun aşılmasına yol açıyor, bundan da yetersiz beslenme ve işsizlik doğuyordu. Bu durum, sağlam temelli ülkelerde (Türkiye, İtalya) otoriter rejimlerle karşılanmağa çalışıldı; bunlardan bazıları kendileri için bir hayat sahası istediler (faşist İtalya). Bütün bu meselelerin ağırlığı, Avrupa kontrolü altında bulunan müslüman memleketlerde, Avrupa’dan bir yüzyıl sonra ve Avrupa’ya karşı yönelmiş bir milliyetçiliğin uyanışını hazırladı. Bundan başka, Balfour beyannamesi (1917) ile harekete geçirilen Siyonizm, Doğu Akdeniz’deki durumu daha da karışık bir hale sokuyordu. Nihayet Mısır, İngiltere’yi önce itibarî (1922), sonra daha geniş (1936) bir bağımsızlık tanımak zorunda bıraktı. Fas’ta Abdülkerim’in (1921-1926), Libya’da Sünûsi’lerin (1921-1931), Suriye’de Dürzîlerin (1925-1926) ayaklanmaları. Kuzey Afrika’da (Tunus’ta Destur, Fas’ta İstiklâl, 1937) ve Doğu’da milliyetçi partilerin kurulması, nihayet bütün dünyayı etkileyen büyük iktisadî kriz (1929), Akdeniz’in parçalanmak üzere olduğunu haber veriyordu. Fransa kuvvetlen ispanyol Fası’nda harekete geçti (1936). Arnavutluk’un italya tarafından ilhakı (1938), ikinci Dünya savaşı öncesi Akdeniz’de böylesine bir dengesizliğin bulunduğunu ortaya koymuştu. Bu savaş, 1940-1945 yılları arasında bütün Akdeniz’i etkiledi. Savaş sonunda Akdeniz kendisini soğuk harbin, petrol rekabetinin, sömürgelikten kurtulma çabalarının içinde buldu. Her ne kadar batı demokrasileri kendi durumlarını kısmen koruyabilmişlerse de (Yunanistan’da iç savaşın sona ermesi 1948; Trieste meselesinin çözüme bağlanması. 1954). ingiltere ve Fransa manda idarelerini bırakıp, Doğu’da ve Kuzey Afri-ka’daki sömürgelerinden çekilmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine, bütün Akdeniz kıyılarında yer yer ayaklanmalar başladı. İsrail’in kanlı şartlar içinde doğması (1947); Cezayir ayaklanması (1954-1962), albay Nâsır’ın Süveyş kanalını millîleştirmesi üzerine yeni bir dünya savaşının zorlukla önlenebilmesi (1956) gibi. Bu olay, Batı Avrupa için Akdeniz yolunun petrol bakımından hayatî bir önem taşıdığını ortaya koydu. S.S.C.B., Arnavutluk’a el atarak (Avlonya üssü) ve arap milliyetçilerini destekleyerek, A.B.D. VI. Filosunun dolaştığı Akdeniz’de etkisini gittikçe arttırıynrdıı. A.B.D., NATO ve CENTO’ya teminat veriyor ve açtığı iktisadî kredilerle sovyet etkisini önlemeğe çalışıyordu. Böylelikle, beş bin yıl önce «medeniyetin anası» olan Akdeniz, bugün de, kaynama halindeki bir dünya içinde, kıyılarında doğan milliyetçiliğin uzlaşma bilmez aşırılığı yüzünden, iktisadî (petrol) ve stratejik önemini, ve dünyanın en tehlikeli bölgelerinden biri olma niteliğini muhafaza etmektedir.
Osmanlilardan Önce Akdeniz Dünyasında Yapılan Tahrirler Haqqında Bazi Gözlemler-Kemal Çiçek-36s | |||
---|---|---|---|
اوخو
ائندیر
توروز حیاتدا قالماق اوچون، یاردیم ائدین |
|||
حجم: 2.19 MB | فورمات : Pdf | گؤرونتولندی : 585 | خطانی بیلدیرمک |